Güney Afrika Şiiri: Başkaldırının İzdüşümü

Şair kimliğiyle tanıdığımız İlyas Tunç, şiir çevirilerine de ağırlık veriyor. Özellikle Afrika şiirinden çeviriler yapıyor. Çağdaş Güney Afrika şiiri antolojisi bu yılın başında Bencekitap’tan çıktı. Nijerya Şiiri Antolojisi ise basıma hazır. 2009’da Durban’da gerçekleşen Poetry Afrika ile 2011’de Port Harcourt’da yapılan Garden City Edebiyat Festivali’ne katıldı. Afrika’nın sanılanın aksine zengin bir edebiyatı olduğunu vurguluyor. Gana şiirini de çevirmeyi planlayan Tunç, edebi çeviriyi kültürel bir hizmet, dünya barışına, halkların kaynaşmasına önemli bir katkı olarak gördüğünü söylüyor. Didem Yıldırım, şairle Güney Afrika Şiiri ve antoloji hakkında konuştu:

 

Didem Yıldırım: Çağdaş Güney Afrika Şiiri Antolojisi isimli çalışmanız bu yılın ilk aylarında Bencekitap Yayınları’ından çıktı. Güney Afrika, belki coğrafi konumundan ötürü, belki politik olarak, kültürüyle, dilleriyle, yaşama biçimiyle Türkiye’de çok tanınan bir ülke değil. Sinemasına, tiyatrosuna, edebiyatına dair de çok şey bilmiyoruz. Ben bu yüzden bu çalışmanın Güney Afrika edebiyatını tanımakta önemli bir yer tuttuğunu düşünüyorum. Sizi bu çalışmaya iten neden nedir?

 

İlyas Tunç: Güney Afrika deyince siyasal anlamda ilk akla gelen şey apartheid; yani ırkayrımıdır. 1948-1994 yılları arasında beyaz ırkın siyahilere uyguladığı ayrımcılık politikalarıyla yönetilen Afrika’nın bu tipik ülkesi Türkiye’de, özellikle Nelson Mandela’nın 1992 Atatürk Barış Ödülü’nü reddetmesiyle gündeme gelmiştir. Ancak, Güney Afrika’ya ilginin daha öncesinden Winnie Mandela (Winnie Mandela-Kaynak Yayınları-1986), Özgür Bir Güney Afrika Ve Rivonia Davaları Savunusu (Nelson Mandela-Belge Yayınları-1986) gibi kitaplarla politik düzlemde, Alan Paton’ın filme de alınan Ağla Sevgili Yurdum (1986) adlı romanıyla ise edebi düzlemde başladığını söyleyebiliriz. Şiire gelince, Cevat Çapan’ın Şiir Çevir Denize At adlı antolojisinde Breyten Breytenbach’tan çevirdiği bir kaç şiir ile Özcan Özbilge’nin Karatenli Şiirler‘indeki (Yazko Yayınları-1983) romancı Peter Abrahams ve Richard Rive’dan çevirdiği iki şiiri hatırlıyorum. Kuşkusuz, dergilerde yayımlanmış başka çeviriler de olabilir.

Yıllarca ırk ayrımı ve sömürgeciliğe karşı mücadele eden bir halkın duygularının şiire nasıl yansıdığını görmek beni bu çalışmaya iten nedenlerin başında geliyor. Diğer bir neden ise Kara Kıta’nın en ucundaki bu ülkenin şiirinin Türkiye’de neredeyse hiç bilinmemesidir.

 

Didem Yıldırım: Bir ülkenin şiirini anlayabilmek için, o ülkenin tarihini, günlük yaşama biçimlerini, acılarını, kederlerini, başkaldırılarını da bilmek gerekir diye düşünüyorum. Bu nokta da, belki de okuyup araştırmanın yetemeyeceği noktalar olabilir, buna katılıyor musunuz? Güney Afrika’da hiç bulundunuz mu? İçinde bulunduğu politik durumla, genel hatlarıyla bize biraz Güney Afrika’yı anlatır mısınız?

 

İlyas Tunç: Evet! Bir ülkenin şiirini o ülkenin tarihinden, kültüründen, yaşam biçiminden soyutlayamayız. Çeviride, özellikle antoloji hazırlamada şiirini çevirdiğiniz ülke hakkında yeterince bilgilenmek gerekir. Süreç içinde Güney Afrika hakkında ilginç bilgiler edindim. Hem kitaplardan hem internet ortamından hem de şairlerle yaptığım birebir yazışmalardan yararlandım. Öte yandan, 2009‘da Durban kentinde düzenlenen Poetry Afrika’ya katılmak benim için bir şans oldu. Şiirlerini çevirdiğim bazı şairlerle yüzyüze gelmek ayrı bir mutluluktu.

Güney Afrika, zengin ama yoksul bir ülke. 1994’de Mandela’nın iktidara gelmesinden bu yana siyahlara sağlanan özgürlük ortamından başka değişen fazla bir şey yok. Yoksulluk, işsizlik, tecavüz, AIDS, ekonomik eşitsizlik yine hüküm sürüyor. Örneğin, siyahların yaşadığı teneke mahallelerde eskiden beyazlara karşı oluşan öfke, son yıllarda iş bulmak için Zimbabve ve Mozambik’ten gelen siyah göçmenlere yöneltmiş durumda. Çünkü, bu göçmenlerin düşük ücretlerle çalışmaya razı olup ülkedeki istihdamı iyice azalttıkları söyleniyor. Yine de Afrika’nın en gelişmiş ülkesi. Dünyada en fazla altın madeni kaynaklarına sahip. Vahşi doğasıyla, botanik bahçeleriyle, tropikal meyveleriyle, danslarıyla, müzikleriyle büyüleyici bir yer. Son zamanlara kadar Türkiye ile ilişkileri pek iyi değildi. Bunun nedenini biraz da Turgut Özal’ın Mandela iktidarı öncesi tüm dünyanın Güney Afrika’ya uyguladığı amborgoyu kırmasında ve daha sonra devlet başkanlığına gelecek olan Thoba Mbeki’nin Türkiye’ye sokulmamasında aramalıyız.

 

Didem Yıldırım: Kitabı okuduğumuzda Güney Afrika’nın şiir açısından çok zengin bir ülke olduğunu anlıyoruz ve birbirinden farklı pek çok tatta şiir kalıyor aklımızda. Kitapta 67 şair var. Şairleri antolojiye dahil ederken, nasıl bir seçme yoluna gittiniz? Antolojinize dahil ettiğinize göre, burada bulunan şairlerin hepsini önemsediğiniz aşikâr; şöyle bir düşündüğünüzde gelecekte en çok konuşulacak, adından söz ettirecek Çağdaş Güney Afrikalı şairler kimlerdir desem?

 

İlyas Tunç: Güney Afrika’nın şiir geleneği sözlü geleneğe yaslanıyor. Yazı diline geçilmeden önce övgü şiir (praise poem) denilen şiir türü oldukça yaygındı. Doğum, ölüm, düğün, av, büyü gibi törenlerde söylenen bu şiir krala ya da ulusal bir kahramana övgü dizelerinden oluşuyor. 1980’li yıllarda övgü şiir kırsal bölgelerden kentlere kayarak protest bir nitelik kazanıyor. Rap ve hiphop kültürüyle beslenerek performans ya da sahne şiirine dönüşüyor. Modern Güney Afrika şiirinde sözlü geleneğin izlerini bugün hâlâ görebiliyoruz. Öte yandan 1970’lerde Siyah Bilinç Hareketi’nin etkisiyle gelişen ırkçı rejime karşı bir başkaldırı şiiri var. Gerçekten de Güney Afrika şiiri çok renkli, farklı tadlar veren bir şiir. Örneğin, Johannesburg’un dört milyonluk teneke varoşu Soweto’da yaşayan çok önemli şairlerden bahsedebiliriz. Örneğin, genellikle doğayı, dinselliği, yalnızlığı, aşkı konu edinen Afrikaans şiirden bahsedebiliriz. Örneğin, beyaz ırktan olmalarına rağmen ırkçı rejime karşı siyahların yanında yer alan İngiliz ve Afrikaans kökenli şairlerden bahsedebiliriz. Örneğin, Zulu şairlerden, Zhosa şairlerden ve daha birçok yerli şairlerden bahsedebiliriz. Örneğin, İngilizce, Afrikaans ve yerel sözcüklerin karışımı Tsotsi-taal diliyle yazılan şiirden bahsedebiliriz. Örneğin, sözel geleneğin izinden yürüyen yerli şairlerden bahsedebiliriz. Örneğin, sürgün şiirinden bahsedebiliriz. Örneğin, diasporal Güney Afrika şiirinden bahsedebiliriz.

Antolojiyi hazırlama aşamasında çok sayıda Güney Afrikalı şairle elektronik olarak yazıştım. Seçeceğim şairler için önemli şairlerin referansını aldım. Zulu ve diğer yerli şairlerle, İngiliz kökenli ve Afrikaans şairler arasında mümkün olduğunca sayısal bir denge sağlamaya çalıştım. Poetry Afrika festivalinde bizzat antoloji üzerinde görüşme fırsatı da yakaladım.

Mazisi Kunene, Mongane Wally Serote, Breyten Breytenbach, Ruth Miller, Denis Brutus, Mafika Pascal Gwala, Ingrid Jonker, Keorapetse Kgositsile, Don Mattera dünya çapındaki Güney Afrikalı şairlerdir. Daha genç kuşaktan şairler arasında Lesego Rampolokeng, Farouk Asvad, Ari Sitas, Makhosazana Khosi Xaba, Mxolisi Nyezwa, Malika Ndlovu, Mzi Mahola, Charl-Pierre Naude şiirlerini kendime yakın bulduğum şairlerdir diyebilirim.

 

Didem Yıldırım: Güney Afrika’da şu an için on bir tane resmi dilin bulunduğu, fakat edebiyat dili olarak çoğunlukla İngilizcenin kullanıldığını biliyoruz. Antolojideki şiirler de doğrudan İngilizceden tercüme edildi. Şiir çevirisi, edebiyatta çok hassas bir denge gerektirirken, bu uzak diyarın şiirini çevirirken, siz nasıl sıkıntılar yaşadınız?

 

İlyas Tunç: Güney Afrika’nın resmi dillerinden biri olan İngilizce edebiyat dili olarak da ağırlığını sürdürüyor. Bu, Afrikaans ya da yerli dillerden biriyle şiirler yazılmadığı anlamına gelmiyor. Ancak, 1970’li yıllarda siyahi şairler, ırk ayrımcı yönetimin baskılarını tüm dünyaya duyurabilmek için İngilizce’yi tercih ettiklerini bizzat söylüyorlar. Siyah şiirin yükselişi İngiliz kökenli şair Lionel Abrahams’ın Mongane Wally Serote‘nin Yakhol Inkomo ve Mbuyiseni Oswald Mtshali’nin The Sound Of A Cowhide Drum adlı kitaplarını yayınlamasıyla gerçekleşiyor. Bazı Afrikaans, Zulu ve diğer yerli şairler de kendi dillerinde yazdıklarını yine kendileri İngilizce’ye çeviriyorlar.

Süreç içinde güçlük çekilen noktalara açıklık getirmek veya bir şiirin arka planını anlamak amacıyla çok sayıda şairle yazıştım. Sorularıma yanıt vermekle yetinmediler, aynı zamanda kitaplarını, şiirlerini göndererek destek verdiler. Robert Berold başta olmak üzere Mzi Maholo’dan Shabbir Banoobhai’ye, Allan Kolski’den Mongane Wally Serote’ye dek hepsine teşekkür etmeliyim. Ayrıca, NELM (İngilizce Ulusal Edebiyat Müzesi) çalışanları şiirlerini bulmakta güçlük çektiğim Tatamkhulu Afrika, Keorapetse Kgositsile, Mafika Gwala ve Roy Campbell’in şiirlerini gönderdiler. Joan Metelercamp Ruth Miller’in 1968 basımı kitabını postaladı. Afrikaans şair Sheila Cussons’ın edebi mirascısı Amanda Botha şairin şiirlerini bu çalışma için fotokopi yaptı. Timbila ve Botsotso gibi dergilerinden yararlandım.

 

Didem Yıldırım: Yaptığınız çevirilerde doğrudan yazarın kendi sesini mi korumaya çalışıyorsunuz, yoksa bu isimleri daha özgür bir yerden mi konuşturuyorsunuz? Yani, o dünyayı buranın kodlarıyla bir kez daha düşünen çeviriler mi sizinkiler?

 

İlyas Tunç: Çeviride şairin kendi sesini korumaya çalıştığımı; daha doğrusu, gereksiz özgürlükten kaçındığımı söylemeliyim. Bu noktada, şairin yaşadığı koşulları, özgeçmişini, içinde yetiştiği kültürü, hakkında yapılan eleştirileri bilmek gerekiyor. Ancak, kaynak dilde ortaya çıkmış bir şiiri hedef dile aktarırken o kültürde de bir yer edinmesi gerekiyor. İşte biz buna ‘çevrilince yiten şeyler‘ diyoruz. Yine de çevirmen mümkün olduğunca fazla şey yitirmemeli. Herşeyden önce şiirin özgün biçimine sadık kalınmalı. Aslında şiir çevirisini şairlerin yapması daha iyi sonuçlar doğurur. Çünkü, karşınıza öyle çetrefilli dizeler çıkıyor ki sezgi kaçınılmaz oluyor. Şairlerin ise sezgisi güçlüdür.

 

Didem Yıldırım: Hep şiir çevirisi mi yaptınız? Sizin de şiir yazdığınızı biliyorum. Edebi çevirinin bir dalı olarak şiir çevirisi yapabilmek için sizce şiirle ne tür bir ilişki içerisinde olmak gerekiyor? Doğrudan edebi kaygılarla yazılmış, bir düz yazı metni çevirmekle, şiir çevirmek arasındaki fark nedir?

 

İlyas Tunç: Metin çevirileri de yapıyorum. Ancak, şiir çevirisi bana daha keyifli geliyor; zor olsa da… Şiir çevirisinde şair olmanın avantajına değinmiştim. Ama, şair olmak da yetmeyebilir. Şiiri iyi okumak, kaynak ve hedef dili iyi bilmek, sesi, müzikaliteyi yakalamak gerekiyor. Ayrıca, hem şiir hem de edebi metin çevirilerinde uslubu verebilmek de önemlidir. Bir de çevirmenin kendi ana diline yaptığı çevirilerde sosyal ve kültürel değerleri metne yansıtmasının daha kolay olduğunu söylemeliyim.

 

Didem Yıldırım: Antoloji içerisinde pek çok ilgi çekici şair ve iyi şiir var. Bu anlamda, şairleri tanımamız açısından her bölümde şairler hakkında verdiğiniz biyografik bilgiler çok kıymetli bence. Ben Güney Afrika’nın Sylvia Plath’i olarak bilinen Afrikaans şair Ingrid Jonker hakkında sormak istiyorum, çok etkileyici şiirleri var. Hayat hikâyeleri de biraz benziyor sanki Slyvia Plath’le. Nedir bu iki şair arasındaki benzerlik bir de siz anlatır mısınız?

 

İlyas Tunç: Antoloji, dosya olarak daha geniş hacimliydi. Her şairden ortalama 5’er şiir vardı. Yayınevinin önerisi üzerine kısıtlamaya gitmek zorunda kaldım. Bu nedenle, çok sevdiğim şiirlerden antoloji dışında kalanlar oldu. Yine de Bencekitap’a teşekkür etmeliyim.

Sylvia Plath (1932-1963) ve Ingrid Jonker (1933-1965) aynı dönemlerde yaşamış aynı trajik girişimle hayatlarına son vermiş iki kadın şair. İkisi de babalarıyla iyi geçinememiş, ikisi de şair ve yazarlarla aşklar yaşamış; Sylvia Plath Ted Huges ile Ingrid Jonker Jack Cope ve Andre Brink ile… İkisi de aldatılmış, ikisi de içe dönük ama öfkeli, ikisi de çekici, ikisi de çocuklu… Kendilerini hapsettikleri mikro evrenlerinde makro düzeyde lirik şiirler yazmışlar. Yaşadıkları sürece ruhsal tedavi görmüşler. Plath, çocuklarının uyduğu odanın kapısını havlularla kapadıktan sonra mutfağa gidip başını havagazını açtığı fırının içine sokarak intihar ediyor. Jonker ise kaldığı akıl hastanesinden kaçarak kendini denize atıyor. İntihar ettiklerinde hemen hemen aynı yaştalar. Yaşamlarındaki benzerlik Sylvia ve Black Butterflies filmlerini izleyince daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Antolojide yer alan şairlerden Micheal Cope romancı Jack Cope’un eski eşinden olan oğlu; yani aynı zamanda Ingrid Jonker’ın üvey oğlu. Micheal, bana yazdığı bir mektupta Jonker için “… Kendi dünyasında o kadar yalnızdı ki biz çocukları fark edemiyordu. Önemsemedi bizi ne de ilgilendi. Çünkü, benim gibi o da tüm dikkatlerin üzerine çekilmesini, yalnızca kendinden bahsedilmesini isteyen zavallı bir çocuktu…“ diyordu.

 

Didem Yıldırım: Sizin Türkiye şiirini de yakından takip ettiğinizi biliyorum. Çağdaş Güney Afrika Şiiri ile Çağdaş Türkiye şiirinin anlam ve biçem yönünden benzeştikleri ve ayrıştıkları noktalardan bahsetmek ister misiniz biraz?

 

İlyas Tunç: Güney Afrika şiiri Türk şiirine göre daha yeni bir şiir. Gelenek açısından Türk şiiri daha güçlü, daha zengin bir şiir… Örneğin, bizde Cumhuriyet’ten önce kökleri yüzlerce yıl derinlerden gelen Divan ve Halk edebiyatları geleneği, batılılaşmayla birlikte biçimlenen Tanzimat ve Serfet-i Funun edebiyatları var. Güney Afrika yazı diline 19. yüzyılda geçmiş bir sömürge ülkesi. Sömürgecilerin yaptığı ilk iş İncil’i latin alfabesinin kullanıldığı yerli dillere çevrilmek olmuş. Hristiyanlığın edebiyata, şiire yansımalarını görmemek mümkün değil. Güney Afrikalı şairlerin önemli bir kısmının aynı zamanda akademisyen olduğunu belirtmekte yarar var. Sözel kültürün şiirdeki etkileri Güney Afrika şiirinde daha belirgindir. Bu kültürün getirdiği sahne ya da performans şiiri hâlâ çeşitli etkinliklerde söyleniyor. Siyahların yazdığı şiiri beyaz ırktan şairlerin yazdıklarına göre daha somut, daha öfkeli, daha dışavurumcu daha mücadeleci diyebiliriz.

 

Didem Yıldırım: Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

İlyas Tunç: Ben de teşekkür ediyorum.

 

Didem Yıldırım

Şavaşın, İçinde Bıraktıkları

Ocak 16, 2017

“Bu duraksız tımarhanede, uykuyla uyanıklık arasında”

Ocak 16, 2017